The Umbrella Academy Nasıl Olmuş?
Efendim bu senenin asi süper kahraman yapımlarının ilki “The
Umbrella Academy” nihayet geldi. Ben de izledim baştan sona. Açık açık
konuşacağım şimdi, hazır olun! Doğrusu çıkan işi vasat buldum ben. Çok güzel
noktaları, müthiş parladığı anları var dizinin ama tamamını ele aldığımızda
vasat bir şey görüyoruz yalnızca. Kimseye tavsiye etmeye cesaret etmem, ben
izleyeceğim diyene, sen bilirsin der geçerim yalnızca.
Neden vasat bulduğumu
birkaç muallak kelimeyle açıklamaya çalışayım, sonra zaten sürpriz bozanlı
kısma geçince tek tek sayacağım her şeyi. En başta hikâyeyi kurgularken pek
düşünmemişler gibi. Net mantık hatası demiyorum ama daha etraflıca düşünülünce
insanın aklından gitmeyen soru işaretleri oluşuyor dizi hakkında. Bazı
karakterler çok boş ve hatta itici açıkçası. Olayların neden geliştiğini kendi
kafanızda kurgulamanız gerekiyor kimi zaman, dizi açıkça bir şeyler söylemiyor.
Son olarak da kimi duygusal hikâye akışlarına hiç mi hiç bağlanamıyor, ilgi
duyamıyorsunuz. Sebeplerini şimdi sürprizleri boza boza açıklıyorum.
-SÜRPRİZ BOZAN-
Şimdi olay olay, karakter karakter ele almak istiyorum diziyi.
Önce hikayemiz 1989’un aynı günü, hamile olmayan kadınlardan bir anda doğan
çocuklarla başlıyor. Bu garip durumun sırrını ilk sezonda açıklamadılar ve ben
buna hiç takılmadım doğrusu. İleride daha büyük hikayelerle bunları bir yere
bağlamayı planlamışlar belli ki. Hem o doğan çocukların sayısını da kırk küsur
diye vermişlerdi, belli ki bizimkilerden başka süper güçlüler de çıkacak
sonraki sezonlarda. Ben bunlara takılmadım da mesela Pogo’ya çok takıldım. Evin
ortasında takım elbiseli, harika diksiyonlu bir şempanze geziyor ve şu durumu
açıklayacak, bir sebep gösterecek tek bir cümle söylemiyorlar on bölüm boyunca.
Süper kahraman kardeşlerin bir numarası Luther var mesela. Ben
bu arkadaşın hikayesinin doğru düzgün anlatıldığına inanmıyorum. Duygusal
yolculuğu da zerre umurumda olmadı. Şimdi bu bir numara aşırı fiziksel güce
sahipmiş anladığım kadarıyla. Fakat bunu doğru düzgün söylemiyor ve hatta
göstermiyor dizi. Belki birkaç sahnede süper güç kullanmıştır ama çoğu yerde normal kaslı gibi gezinip durdu ortalıkta. Hatta kardeşini öldürmek için geçmişten
gelen suikastçı Hazel ile teke tek kavga edip neredeyse dayak yiyordu. Bu Hazel
normal insan değil mi? Nasıl aşırı insan gücü ile adamı yere çalamıyor? Yok
Hazel’de de bir numara varsa, dizi bunu da açıklamadı bize. Bir de goril
bedenine sahip olması var. Tamam bu karakteri etkilemesi açısından önemli ama o
olayın gelişimi de çok baştan savma değil miydi? Bir kaza geçirdi, ölmek üzereydi,
hemen goril yapan serumu vurdular. İyi ki bu ilacı el altında saklıyorlarmış.
İki numaramızda dizinin en sinir bozucu karakteri Diego var.
Zaten oldum olası, çok iyi ateş etme ya da çok iyi bıçak atma gibi baştan savma
süper güçleri sevmemişimdir. Adamın süper gücü çok iyi kas hafızası, ya da
algıda süper dikkatlilik gibi bir şey olsa da bunu bıçak atmak için geliştirmiş
olsa gam yemeyeceğim ama yok sadece çok iyi bıçak atıcı olarak geçiyor Diego
dizide. Bir de inanılmaz itici bir karakter, sırf anlaşmazlık olsun diye adamı
sağa sola atarlandırmışlar, hiçbir anlamı yok yaptıklarının. Son olarak da bir
aşk hikayesi eklediler Diego karakteri bu kadar osuruktan olmasın diye ama o da
çok yersiz değil miydi? Çünkü ne o polis karakter ile geçmişlerini gördük ne de
aşklarına tanık olduk, sürekli başka karakterlerin anlatımları ile öğrendik bu
aşkı. O zaman da önem veremiyor insan izlerken. O kız ölünce Diego çok üzüldü,
bunu ekranda görebiliyorum ama zerre umurumda olmadı bu arkadaşın duygusal
anları.
Üç numarada baştan savmalık konusunda zirve yapan Allison
var. Bakın bu karakter kadar boş beleş birisi daha önce ekranlara gelmemiştir.
Şimdi size Allison’u hemen özetliyorum; üç temel noktada kurmuşlar kızı. Bir,
güçleri; insanlara bir şeyler fısıldıyor ve onlar da buna inanıyor anladığım
kadarıyla. Fakat biz bunu on bölümde kaç kere gördük? İki, belki üç! Kızın
süper gücünün ne olduğunu uzun süre anlayamadım bu yüzden. Böylesine kullanışlı
bir şeyi hiç kullanmaması büyük saçmalıktı. Tamam insanların özgür iradesine
karıştığı için suçluluk hissediyor falan ama daha basit konularda sık sık
kullanması gerekirdi. Ne bileyim, yolumdan çekil, kapıyı aç, kimseyi öldürme
gibi basit fısıltılarla olayları çok daha kolay çözerdi. İki, çocuğu ile olan
ilişkisi; işte burada çok büyük battı dizi gözümde. Allison’un bir çocuğu var,
velayeti elinden alınmış da kızını görmek istiyor, sıkıntılar yaşıyor. Biz ne
kızını görüyoruz son bölümlere kadar ne tüm o olayların nasıl geliştiğini
öğreniyoruz. Anca Allison ortalıkta dolanıyor kızımı özledim diye. Üç, Luther
ile olan ilişkisi; bu ikisi çocukluktan beri birbirlerine yanıkmış da babalarından
korkup bir araya gelememişler. Ama şimdi baba öldü, aile yeniden toplandı.
Luther ile Allison arasında herhangi bir engel yok, sırf drama olsun diye
aşklarını yaşamıyorlar falan. O kısımlar gerçekten çok sıkıcıydı benim için.
Dört numarada dizinin güzelliklerinden biri var; Klaus! Hem
oyunculuğu iyi hem de hikayesi insanı sürüklüyor. Başından neler geçtiğini, ne
hissettiğini gayet net görüp yaşıyoruz. Bir komedi unsuru olarak da dizinin
içinde sırıtmadan durmasını bilmiş.
Numaralar yükseldikçe kalite de artıyor gibi ama gerçekten
beş numara benim dizideki en beğendiğim karakter oldu. Zaman yolculuğu konusuna
hiç çekinmeden girmişler beş numarayla ve ellerine yüzlerine çok da bulaştırmadan,
temiz bir iş yapmışlar bence. Beş numaranın ellili yaşlarda bir adamın zihnine
sahip olup on üç yaşında bir çocuğun bedeninde geri dönmesi fikri de çok
güzeldi. Bunu hem diyaloglarla hem de oyunculukla gayet güzel anlatmışlar. Bazen
keşke dizi sadece beş numaranın zaman polisleri ile olan maceralarını
anlatsaydı bile dedim.
Altı numara zaten hikâye başlamadan ölmüş ve daha çok Klaus’un
yancısı olarak dolanıyor ortalıkta. Pek de bahsini açmaya gerek yok.
Ellen Page’in oynadığı yedi numara var bir de. Hiçbir özelliği
olmadığı için aileden dışlanmış, sevilmeyi, ilgi görmeyi arayan bir kız. Ben
Vanya’nın hikayesini gayet beğendim. Yavaş yavaş gelişti olaylar, yedi
numaranın sorunları ayakları yere basan bir kurgu haline geldi böylece. Belki biraz
tahmin edilebilirdi ama olsun, Elen Page’in oyunculuğu gayet başarılıydı.
Yalnızlığını, sevgi arayışını çok net görebildik. The Umbrella Academy
izlenecekse bunun sebeplerinden biri de bu karakter olur ancak.
Bir de son olarak genel hikâyeye bakalım. Dünya’nın sonu
geliyor! Bunu gelecekten gelen beş numara söylüyor ve karakterlerimiz kıyameti
durdurmaya çalışıyorlar. Fakat bunu yaparken inanılmaz salla pati davranmadılar
mı? Bir kere kıyametin sebebinin ne olduğunu adam akıllı öğrenemediler hiç.
Vanya’nın süper güçleri ortaya çıkınca herhalde onun suçu olacak diye kızın peşinden
koştular. Tamam öyle oldu ama bunu iddia etmelerini sağlayacak hiçbir delil
yoktu ellerinde. Zaten kıyameti durdurma planları da aşırı öküzceydi çok affedersiniz.
“Vanya’yı bulalım,” eee “Böyle kafasına
falan vururuz herhalde” Luther’in planı buydu sanırım. Kıza doğru koşarken başka
bir şey yapmayı düşündüğünü sanmıyorum.
Kısacası The Umbrella Academy’yi izlerken eğlenebilirsiniz
ama sık sık da “E niye o öyle oldu ki?” diye düşünürken bulacaksınız kendinizi.
Bu yüzden benim puanım 10 üzerinden “Vasat.”
Yorumlar
Yorum Gönder