Ağaçta Uyuyan Çocuk
Küçük çocuğun evi çok
kalabalık, odası yolgeçen hanı gibiydi. Arkadaşları o günlük başka bir kıtaya
yolculuğa çıktıkları için (ya da sadece ona öyle söylemişlerdi) oyun oynayacak
hiç kimsesi yoktu. Yetişkinlerden de hayır gelmezdi çünkü ne zaman oyun oynamak
istese onlarla artık kendisinin de bir yetişkin olduğu konusunda ısrar
ediyorlardı. Oysa küçük çocuğun hiç de büyümek gibi bir niyeti yoktu. Ağlamak
gibi bir niyeti de yoktu ama elinden bir şey gelmiyordu.
Ruhu dedi ki çocuğun; giy bereni ve parmaksız eldivenlerini. Montunu boğazına kadar çek, bulutların
altında yürüme vaktin geldi. Bırak onlar bulut olup uçsun sen toprakta kal.
Çocuk kendi sözlerine bile karşı gelemeyecek kadar usluydu ve başını otobüsün
buğulu camına yaslayıp yağmurun altında esen rüzgârı seyretti akıp giden
sokaklarda.
Sanmıştı ki yüksek
ağaçların olduğu bir parkta çikolata yerse her şey düzelir ama öyle olmadı.
Çünkü ağaçların altında aynı kıtada kalmayı başarmış arkadaşlar vardı ve
çikolatası bitter değildi. Vitrinlerin sokağında yürüdü, bebek arabası iten
babaları görüp sevindi, bebeklerin hala mutlu olma şansı var diye.
Renkli kıyafetler
giymiş insanların çaldığı darbuka ve kemanı dinlemek bile iyi gelmemişti küçük
çocuğa, oysa oyunlarında oynadığı şeylerden biriydi bu. Galata kulesinin dibine
gelene kadar yokuş indi ve vitrinlerde duran mutsuz enstrümanlara üzüldü.
Yıllardır bekliyorlardı birilerinin gelip onları da konuşturmasını. Ara
sokaklarda kayboldu küçük çocuk ve nihayet denizi buldu, demir bilyeler gibi
yağan yağmura ve esen rüzgâra aldırmadan sevindi sanki bir an, balık tutan
gölgeleri seyrederken. “Es lodos es” diye bağırdı halice doğru ve rüzgârla
gelen sözlerini dinledi uzak kıtalardaki bir arkadaşının...
Başka otobüsler ve
başka yokuşlar gününü hep aynı ve uzak tuttu kendinden. Nihayet sarı
yaprakların çizdiği patikayı buldu ve o yalnız parka geldi. Ağaçlar o kadar da
yüksel değildiler ama çok yaşlı ve güçlü görünüyorlardı ve küçük çocuğun
özellikle sevdiği bir ağaç vardı. Henüz bir isim vermemişti ona ki hala pişmandı
buna. Ağacın dibine geldi nefes nefese ve gülümseyerek. Kabuğuna dokundu yaşlı
bir adamın ellerini inceleyen bebekler gibi. Bir harekette ağacın üstüne
çıkıverdi küçük çocuk. Ağaç ile sessizce konuştu ve çoğu konuda ikna oldu.
Biraz uyudu ve biraz da altından geçen insanların onu fark edememesini izledi.
Ağacı sevmek için başka sebepler buldu. Çünkü o kocamandı ve güçlüydü, hem de
çok uzun zamandır burada duracak kadar güçlü. Aslında en önemlisi de küçük
çocuğu kucağına almıştı, yağmur yağarken üstüne eğilip korumuştu. Çocuk onu
Totoro’ya benzetiyordu ve başka bir sürü şeyi üstündeyken duymak istiyordu.
Yeterince mutlu
olunca ağaçtan atlayıverdi küçük çocuk ve ağaca tekrar gelişinde bir isim
bulacağına söz vererek ayrıldı oradan, güneş batarken vardı evine.

Yorumlar
Yorum Gönder